Emre Gönüllü

Öncelikle bu yazıyı yazmamda bana ilham olan ve değerli bilgileriyle katkı veren Dr. Orhan Çekiç Hocama saygı ve şükranlarımla…

Mustafa Kemal Atatürk, hayatının büyük bölümünü gerçek bir asker olarak, savaş meydanlarında geçirdi. Cepheden cepheye koşarken bedeni çok yorulmuş, sağlık durumu her geçen gün ağırlaşmıştı. Ancak bu yorgunluğa rağmen, milletine duyduğu güven ve inanç, onun en büyük dayanağıydı.

Atatürk’ün karaciğeri ve böbrekleri ciddi hasar görmüş durumdaydı. Doktorlar, karnından sık sık su alarak onu rahatlatmaya çalışıyor, dinlenmesi gerektiğini söylüyorlardı. Ancak o, tüm bu uyarılara aldırış etmiyordu. Memleketin son karış toprağı olan Hatay’ın Türkiye’ye katılması onun için şahsi bir meseleydi ve bu konuyu çözüme kavuşturmadan tedaviyi kabul etmiyordu.

Atatürk ne kadar güçlü de olsa Ankara’ya geldiğinde, bir ayağını sürükleyerek güçlükle yürüyordu. O dönem başbakan olan Celal Bayar doktorlarla görüştükten sonra, “Paşam, durumunuz ciddi; sizi yabancı doktorların kontrolünde tedavi edelim” dediğinde ise, “Bizim doktorlar bana konsültasyon yapsınlar.” diyerek yanıt verdi. Atatürk’ün cephelerde geçmiş zor hayatı, kullandığı alkol ve sigara karaciğerini iflas durumuna getirmişti. Doktorların ağır bir karaciğer hasarı teşhis etmelerine ve acilen tedavi altına alınması cümlelerine sonunda ikna olup, tedavi için kendini zorlamaktan başka çaresi olmadığının farkına varmıştı.

Fransa’dan gelen ünlü bir doktorla kütüphanede tanıştı. Fransız doktor, “Biz Fransızlar sizi Sakarya’nın mareşali olarak tanıyoruz; ancak tıbbın mareşali de benim. Bundan dolayıdır ki dediklerimi uygulamanız gerekli aksi takdirde burada olmamın hiç bir manası yoktur.” diyerek kararlı bir şekilde konuştu. Bu süreçte Atatürk, doktorların önerilerini kabul ederek, yaklaşık 1 ay sırt üstü yattı. Durumu öyle kötüydü ki tuvaleti bile odasına taşınmıştı. Doktorlar adım atmasını dahi istemiyordu. Ancak Atatürk, uzun süre dinlenmeye çalıştıysa da aklı hala Hatay’daydı…

19 Mayıs’ta, yatağından kalkıp kutlamalara katılmak üzere stada gitti. Ankaralılar, Atatürk’ü uzun bir aradan sonra görmenin sevinciyle coşarken, Atatürk güç aldığı milletine bakarak Celal Bayar’a “Treni ayarlayın, Mersin’e gidiyorum” dedi. Batılı devletlere mesaj vermek amacıyla, “Mustafa Kemal Çukurova’ya indi; Hatay meselesini çözmeden dönmeyecek” başlıklı bir haber yapılmasını istedi.

Güneydeki askeri birlikleri ziyaret ettiğinde, askerleri ayakta selamladı, ancak o kadar yorgundu ki bayılacak gibi olunca “Marş, marş!” emriyle askerleri uzaklaştırdı ve yere yığıldı. Çevresindekilerin, “Paşam, Ankara’ya dönmemiz lazım” demesine kızarak, “Dört gün daha burada kalacağız” diyerek Hatay’daki kararlılığını ortaya koydu.

Ankara’ya güçlükle dönen Atatürk, doktorların tavsiyesi üzerine daha iyi sağlık hizmeti alabilmesi için bir süre sonra İstanbul’a gidilmesine karar verildi. Atatürk zorda olsa İstanbul’a ulaşmıştı. Haydarpaşa’nın merdivenlerinden Ülkü ile birlikte yalpalayarak yürüdü, ardından Savarona’ya binerek bir süre dinlendi. Savarona’ gitmesinin sebebi, kimsenin kendisini bu halde göstermek istememesiydi; ancak yine de Fransa’yı ve diğer ülkeleri protesto ve dünyaya şikayet ederek Hatay meselesinde haklılığını savundu. Bunun sonucunda, Fransa’yı Milletler Cemiyeti’ne şikayet etti ve sonunda da haklı bulundu. Ancak bu bile Fransızların inadını kırmıyordu.

Umudunun tükenmeye yüz tuttuğu anlardan birinde, Hasan Rıza Soyak’a, “Bayar hükümeti yarın Paris ile temas kuracak ve Türk ordusu Hatay’a girecek; bu benim kesin emrimdir!” dedi. Atatürk’ün direktifiyle başlatılan görüşmeler sonucunda Fransız yetkililer Pazar günü izinli olmalarına rağmen toplandı. Verilen karar doğrultusunda Türk ordusunun silahsız bir şekilde Hatay’a girmesi kabul edildi ve Hatay meselesi böylelikle çözülmüş oldu. Atatürk, “Artık tedaviye başlayabilirsiniz” dese de, bu yorgunluk onu 44 kiloya kadar düşürmüştü.

Savarona gemisinde ağır bir şekilde hasta olan Atatürk, denizaltıdaki askerlerin esas duruşta selamlamasına, “Allah’a ısmarladık,” diyerek yanıt verdi. Askerlerden yükselen “Sağ ol!” sesi gökyüzünü kaplarken, Dolmabahçe Sarayı’na koltukla güçlükle götürüldü. Sarayın arka giriş kapısından yaptırılan özel asansörle 71 numaralı odaya çıkan Atatürk bir daha dışarıya çıkamadı…

Ömrünün son günlerinde bile Türk milletine olan sevgisi ve vatan toprağına olan sadakatiyle mücadeleye devam eden Atatürk, yüreklerden asla çıkmadı, çıkmayacak!

Ey! büyük Atatürk, ebediyen sağ olacaksın; milletine ilham kaynağı, yol gösterici bir rehber olarak hep var olacaksın…

SAĞ OL SAĞ OL SAĞ OL!..